Kemal Kutan

Maddi Dünyadaki Gelişmelere Bağlı Olarak Bilinçte Yenilenme ve Gelişme İhtiyacı

       Doğanıın değişmesine ayak uyduramayan dinozorlar, mamutlar ve daha pek çok canlı nasıl elendiyse, toplumsal yaşamda çağın gerçeklerine ayak uyduramayan ve gereklerini yerine getirmeyenler de öyle elenip gitmekten kurtulamayacaktır. Toplumu, ekonomiyi, kültürü, politikayı, ve teorimizi sürekli olarak yenileyerek ilerletmek, ayakta kalmamızın da güzel bir dünya kurmanın da ilk şartıdır. Düşünce dünyasını sürekli olarak yenilemeyenler, eski fikirleri yenileriyle değiştirmesini beceremeyenler eskimiş maddi dünyayı nasıl değiştirebilir ki?

       Lenin emperyalizmi, can çekişen kapitalizm olarak tarif etti. Mao ise emperyalizmin toptan çöküşü tespitini yaptı. Fakat emperyalizm, hem gelişiminin doğal sonucu olarak, hem de sosyalist gelişmenin önünü almak için, kendisini bir parça yenileyebildiği için ayakta kaldı. Çokuluslu tekeller ulusal tekellerin yerini alarak küresel kapitalizm dönemini başlattı. Başka türlü ayakta kalma şansı yoktu.

Tekelci kapitalizm bir ağır sanayi hamlesiydi. Küresel kapitalizm ise merkezileştirdiği sermaye, kullandığı makinalar, teknik sistemler, tıp, gen, robot, bilgisayar, uzay ve pek çok alanda sağladığı ilerlemeler ve dünya çapında oluşturduğu birliklerle gerçek anlamda bir dev sanayi hamlesidir. Bu nedenle ayakta kalabildi.

       Küresel kapitalizmin bir kaç karakteristik özelliği vardır. Birincisi; dünyanın dört bir tarafında küçük ve ulusal üretimin yıkılarak yutulması, çokuluslu tekellerin bütün dünyaya ve tek tek her bölgeye hakim olması, bütün dünya ekonomisi, siyaseti ve hukukunun bir merkezden idare edilmesi, sermayenin çokuluslu tekellerin elinde aşırı merkezileşmesi, gücünün artması ve fakat milyarlarca emekçinin üretim araçlarını kaybederek yoksullaşması ve bu iki kutubun gelir dağılımı, yaşamı ve imkanlara ulaşımı arasındaki uçurumun büyümesi, bu nedenlerden ötürü küresel kapitalizmin her ülkenin emekçilerinin ve küçük üreticilerinin ortak hedefi haline gelmesidir. İkincisi; tek tek ülkelerin ayakta kalabilmek ve rekabet gücünü arttırmak için birleşmesi, dünyanın birkaç kıta devletine ve ondan da tek devlete doğru ilerlemesi, geri bölgelerden ileri bölgelere yoğun göç, çok kültürlü toplumların oluşması, ortak dil ve dünya vatandaşlığının ortaya çıkması ve birleşik dünyanın önkoşullarının güçlenmesidir. Üçüncüsü; iflasa sürüklenen küçük üreticilerin kitlesel şekilde mülksüzlere yani işçi sınıfına ya da işsizler ordusuna dahil edilmesi, işsizler ordusunun büyümesidir. Dördüncüsü; bilim ve teknikteki devrimler sayesinde fabrika sistemlerinde bilgisayar ve robot üretimine geçilmesi, bu yolla çalışan işçi kitlelerinde ciddi bir azalmanın yaşanması, geniş işçi kitlelerinin işsizler ordusuna dahil edilmesidir. Beşincisi; fabrikaların ileri ülkelerden sökülerek ucuz işgücünün ve zengin hammadde kaynaklarının bulunduğu geri ülkelere kaydırılması, ileri ülkelerin halkının durumunda da bu nedenle gözle görülen bir kötüleşmenin yaşanması, bunun sonucu olarak küresel tekellerin geri ve ileri ülkelerin halklarının ortak hedefi haline gelmesidir. Altıncısı; modern teknikle geliştirilmiş silahların denenmesi, bunların bölgesel savaşlarda kulanılması, büyük ormanların ve doğal güzelliklerin kapitalist açgözlülükle tahrip edilmesi nedeniyle doğanın dengesinin hızla bozulması, büyük doğal felaketlerin başgöstermesi, bu nedenle küresel  kapitalizmin bütün dünya halklarının ortak hedefi haline gelmesidir. Yedincisi; bölge devrimlerinin yeniden gündeme gelmesi, bir yerde bir kez bir ayaklanma patlak verdi mi hızla bölgeye yayılması olasılığının kuvvetlenmesi, devrim mücadelelelerinin daha enternasyonal bir karakter kazanmasıdır.

       Küresel kapitalizmin yol açtığı bu dev sanayi hamlesi, dünya nüfusunun ezici çoğunluğunun aleyhine ve bir avuç küresel tekelci burjuva sınıfının lehine olduğu için, dünyanın her tarafında halk mücadelelerine yol açtı. Halk mücadeleleri, küresel emperyalist burjuvazi ve onun yedekleri tarafından şiddetli baskıyla, kanla ve hileyle bastırılmaktadır. Bu mücadele bugün birbirinden kopuk mevzilerde dağınık şekilde sürdürülmektedir. Bazı yerlerde ise yarı-feodal karakterinden ve geri bilinç seviyesinden dolayı haklı zeminden şaşarak terörizm, dar milliyetçilik veya kökten dincilik boyutuna varmakta ve emperyalistlerin yeni saldırıları için bahane oluşturmaktadır. Geniş halk kitleleri çaresizlik ve arayış içindedir.

Hiç kuşku yok ki küresel kapitalizm, yol açtığı bu gelişmelerle, iradesinden bağımsız olarak kendi sonunu da hazırlamaktadır. Kim ne derse desin yeni tipte bir sosyalizm, mülksüzleştirilmiş ve yoksuluğun cenderesine itilmiş milyarlarca emekçi için özlem haline gelecektir. Birleşik komünist dünyanın temelleri her geçen gün kuvvetlenmektedir. Bu yüzyılın burjuva hükümetleri tarafından ayaklanmalar yüzyılı olarak tespit edilmesi boşuna değildir. Öyle inanıyorum ki bu yüzyıl sadece ayaklanmaların değil emperyalizmin de son yüzyılı olacaktır. Fakat bu, öyle kendiliğinden olmayacaktır. Evrim, devrime dönüşecek ve ilerleme hızlanacaktır. Ama bu, zamansız ayaklanmalar ve bilinçsiz hareketlerle de olmayacaktır.

Sosyalist sistem, geçmiş toplumun özelliklerini köklü aşamadığından, ilerlemeyi, yenilenmeyi süreklileştirmediğinden çökmüştü. Bugünkü sosyalist hareketin küçülmesinin sebebi de bu değil mi? Gelinen aşamada yenilenme ihtiyacı daha ciddi ve hayatidir. Günümüzün dünyasını marksizm-leninizm-maoizmle açıklayamayız. Hayat gelişmeye devam ediyor ve devrimci teori sürekli olarak geride kalıyor. Hayatı, gerçeğe uygun şekilde tahlil ederek düşünce dünyamızı yenilememiz; gerçek dünyaya, toplumumuzun gelişimine yön veren gerçek yasalara vakıf olmamız ve teorimizi buna dayandırmamız şarttır. Çağımızın gelişmelerine ayak uydurmamız ve gereklerini teoride de pratikte de yerine getirmemiz gerekir. Dağınık mevzilerde süren bu düşük yoğunluktaki verimsiz ve cansız mücadele pratiğini başka türlü aşamaz ve başarılı olamayız.

Küresel kapitalist sistemden daha ileri bir sistemi hedeflemek, bunun için daha ileri yol ve yöntemler bulmak ve geleceğin ileri toplumunun temellerini bugünden bilincimizde, yaşam biçimimizde, içinde yer aldığımız örgüt ilişkilerinde atmak zorundayız. Unutmayalım ki geleceğin toplumunu ya şimdi kazanırız ya da şimdiden kaybederiz.

Sözde ve kendimize yakıştırdımız isimlerle değil, özde ve gerçekte alternatif bir güç olmak, alternatif politikalar üretmek, alternatif bir hareket geliştirmek zorundayız. Ancak bu şekilde ayakta kalabilir, dünyanın ileriye doğru değişimini hızlandırabilir ve büyük ileri atılımları hazırlayabiliriz.

-----------------------------------------------------------------------

Halk Kongresi ve Büyük Birlik

        İnsanın düşüncesini belirleyen onun maddi yaşam koşullarıdır. Aşiret, küçük tarla, küçük dükkan ve küçük çevre toplumunun insanının, dar bakış açısına sahip olması gayet anlaşılır bir şeydir. Türkiye’de böyle bir toplum içinde ortaya çıktı, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi. Bu nedenle çok sayıda örgüt kuruldu, bunlar kendi aralarında yeniden ve yeniden bölündü ve hala birleşebilmiş değiller.

        Binlerce yıllık yönetim tecrübesi, alışkanlığı ve uluslarasrası deneyime dayanan ve tepeden tırnağa bin bir çeşit kurumla örgütlü bulunan gerici sınıflara karşı bütün ezilenlerin ve onları temsil eden bütün parti ve grupların birleşmesi şarttır ve bunun dışında bir başarı şansı da yoktur.

        Birlik için yeterince sebep vardır. Demokrasi, Türkiye toplumunun  ezici çoğunluğunun ve bütün demokratik parti ve grupların acil ve ortak talebidir. Bu talep birlik için yeterli bir sebeptir. Hepimiz bir demokrasi programı etrafında birleşebiliriz. Yeni demokratik sosyalizm programı da pek çok örgütün ortak talebidir. Öyleyse yeni demokratik sosyalizm programı etrafında bütün sosyalizm güçlerini birleştirebiliriz. Sosyalist hareket, kendi arasında birleşir güçlü bir halk hareketi yaratırsa, bu zemin üzerinde burjuvazinin demokratikleşmeden yana olan kesimiyle ittifakı da başarabilir ve toplumun ezici çoğunluğunu birleştirebilir.

        Öncelikle, her parti ve grubun diğerini daha geçekçi değerlendirmesi gerekir. Eski tarikatçılığın, aşiretçiliğin yerini daha sonra örgütçülük aldı. Her örgüt kendisini en ileri örgüt ve biricik önderlik kurumu olarak görüyor, enerjisini farklılıklarını ispatlamaya harcıyor ve diğerlerini kendi etrafında birleşmeye çağırıyor. Bu nedenle diğerlerini daha fazla uzaklaştırmış oluyor. Sosyalist hareketin böyle dağınık, zayıf ve başarısız olmasında, bu vb yanlışların önemli payı vardır. Her şeyden önce bu kibirli yaklaşımdan vazgeçmek gerekiyor.

Demokratik her partinin yanlışları ve eksikleri kadar, olumlu özellikleri de vardır. Herbirinin bir diğerinden güçlü ve zayıf yanları vardır. Her birinin görüşleri bir diğerinde resmi ya da muhalif görüş olarak zaten savunulmaktadır. Kaldı ki, her örgütün kendi içinde birbirine taban tabana zıt fikirler zaten mevcuttur. Amaçları bir olduğu için, yol ve yöntemler konusundaki farklılıkları, ayrı kalmaları için yeterli sebepler değildir. Gerçekte her biri bir diğerini tamamlamaktadır. Üstelik, farklı fikirlerin olması bir zenginliktir; doğruyu bulmanın da, yanlışlara karşı bağışıklık kazanmanın da yoludur. Öyleyse ayrı kalmak için ortada ne gibi önemli bir sebep olabilir?

Eğer küçük mülk dünyası bakış açısı ve anlayışından kurtulmazsak, ayrılıklar için çok sebep buluruz. Ama bu sebepler çoğunlukla abartılıdır ve gerçekçi değildir. Bilimsel olmayan yaklaşım ayrı fikirleri abartmakta, gerici sınıfların gücünü küçümsemekte, kendi gücünü büyük görürken müttefiklerinin gücünü önemsememekte ya da zaman zaman kullanılması gereken bir güç olarak görmekte ve faydacı yaklaşmaktadır. Bu nedenle birliği sağlayamadığı için, köklü ilerlemelerin gecikmesine de neden olmaktadır. Bencil sebeplerin de bunda rolü vardır. Küçük mülk dünyasından ileri gelen anlayışlar, örgütlerde de sürmektedir. Bazı insanlar aynen küçük tarlayı ve küçük dükkanı koruma örneğindeki gibi, küçük örgütü denetiminde tutmak için korumakta, büyümesine niyet ne olursa olsun engel olmaktadır.

Mücadele boyunca onbinlerce insan hayatını kaybetti, yüzbinlerce insan işkence gördü, milyonlarcası şu veya bu şekilde zarar gördü. Bu mücadele şimdiye kadar çoktan bir sonuca ulaşmış olmalıydı. Fakat hala ayrı mevzilerde, dağınık ve cansız şekilde sürmektedir. Bu durumdan rahatsız olan aydınlar, devrimciler, sosyalistler vardır. Bunlar içinde kendini şu veya bu grubun değil, bütün halkın kurtuluşuna adayanlar da mevcuttur. Bunların daha fazla ön plana çıkarak sesini yükseltmesi, dağınık duran demokrasi ve sosyalizm güçlerini birliğe teşvik etmesi gerekir.

Büyük birlik için illegal örgütlerin kendi aralarında, legal örgütlerin de kendi aralarında birleşmesi gerekir. PKK, DHKP/C, MLKP, TKP/ML, MKP, TİKB , TKİP ve irili ufaklı diğer illagal örgütler ile bunlardan ayrılan grupların kendi aralarında birleşmesinden yanayız.

Aynı şekilde DTP, EMEP, ÖDP, SDP, ESP, HÖC, Partizan, DHP, diğer demokratik kurumlar ve kurulacak olan demokratik partilerin de kendi aralarında birleşmesini istiyoruz.

Açık demokratik güçlerin birliği için bir halk kongresi öneriyoruz.  Farklı bütün demokratik örgütler kendi gruplarıyla bu kongreye katılmalıdır. Her grup kendi fikirlerini inandığı müddetçe savunmalı, fakat ortak kararları uygulamalıdır. Gruplar ancak bu yolla birbirini daha iyi etkiler, birbirinden daha olumlu etkilenir ve daha erken kaynaşarak enerjisinin çoğunu köklü ilerlemeler için mücadeleye yöneltebilir.

Bütün örgütlerin bir seferde birleşmesi zordur. Fakat birliğe hazır olanlardan başlanması gerekir. Bu bir kez başarıldı mı, diğerlerini ikna etmek daha kolay olur.

Demokrasinin ve sosyalizmin bütün güçlerini, halk kongresiyle birleşmeye davet  ediyoruz.

 --------------------------------------------------------------

Yeni Sentez

        Türkiye toplumunun ileriye gitmesi için onlarca parti, grup, çok sayıda aydın, demokratik kurumlar ve devrimci halk kitleleri yüz yıla yakın bir zamandır mücadele yürütmekte, emek vermekte ve bedel ödemektedir. Kiminin az kiminin çok, tümünün ortak emeğiyle mücadele buraya geldi ve yine tümünün yanlışları nedeniyle mücadele hala bir sonuca ulaşmış değil.

Olumlu gelişmeleri, kazanımları birilerine mal etmek ne kadar yanlışsa, olumsuzlukları birilerine fatura etmek de o kadar yanlıştır. Bunlardan herhangi biri esasta doğru, diğerleri ise esasta yanlış durumda değil. Gerçekte her hareket bir diğeri için birer tamamlayandır.

        Sosyalist çalışmanın temelini Mustafa Suphi ve arkadaşları attı. Onların eksiklerini TİP giderdi. TİP’in eksiklerini Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya, onların eksikliklerini de Abdullah Öcalan giderdi. Bütün bunların eksikliklerini ise diğer demokratik kurumlar tamamladı.

        Şimdi Mustafa Suphi’den Deniz, Mahir, İbrahim ve Öcalan’a; TKP’den THKO, THKP, TKP-ML ve PKK’ye ve bu kökenden gelen bütün gruplara; TİP’den DTP, EMEP, ÖDP, SDP ve Yeşiller’e; Kürt, Ermeni, Laz, Ezidi, Süryani, Alevi ve öteki ezilen ulusal ve inançsal kuruluşlardan yöre derneklerine; TTB, TBB, TZOB, TMMOB ve İHD’den öteki derneklere ve sendikalara kadar açık ve gizli bütün devrimci, demokratik kurum ve kuruluşların tarihi yeniden incelenmeli ve yeni, daha üst bir sentez çıkarılmalıdır. Bütün bu damarlardan beslenen bir yaşam ağacına ihtiyacımız vardır. Damarlarımızla toprağı sıkı sıkıya kavramalı ve suya, havaya ve güneşe uzanmalıyız.

Yanlışlarla doğruların harmanlanmasını ya da doğruların basit tekrarını değil, daha ileri bir sentez elde edilmesini istiyoruz.

İşte eğer Türkiye toplumu ileriye gidecekse, bu, esasen yeni bir sentezin yol gösterici ışığıyla olacaktır. Öyleyse daha ileri bir senteze ulaşmak için tecrübelerimizi paylaşalım, geçmişi yeniden inceleyelim, kollektif bir şekilde tartışalım ve ortaya çıkacak sentez ışığında bütün gücümüzü birleştirerek pratiğe yüklenelim.

 -------------------------------------------------------------

Üç Büyük Kötülükle Mücadele

        Halkın kurtuluşu uğruna yürüttüğümüz mücadele, sahip olduğu birkaç temel zaaf nedeniyle bir sonuca varamadı. Bunlar; dar grupçuluk, doğmatizm ve kariyerizmdir.

        Dar grupçuluk, küçük tarla, küçük dükkan, küçük pazar anlayışından kaynaklanan dar bakış açısının ürünü bir rahatsızlıktır. Halk sınıf ve tabakaları bu nedenle darmadağınık durumdadır ve yine bu nedenle birleşememektedir. Ne kadar farklı olursa olsun halk arasındaki bütün farklılıklar, gökkuşağı güzelliğinde bir araya getirilmeden köklü yönetim geçmişine sahip ve tepeden tırnağa örgütlü gerici sınıfların devrimci ilerlemeye karşı gösterdiği direnç kırılamaz. Bütün demokratik sınıf, parti, grup ve bireyleri bir parti ve bir cephede birleştirmek mümkündür. Ayrı kalmak ise gereksizdir, halkın gücünün ve güveninin çar çur edilmesinde ve başarısızlıkta ısrardır ve akıldışıdır.

        Hareketi başarısızlığa sürükleyen ikinci büyük zaaf da dogmatik dinci yaklaşımdır. Devrimci örgütler dini ne kadar eleştirirse eleştirsin gerçekte din siyasallaşarak onların düşünce dünyasında da sürmektedir. Üniversitelerde aydınlar tarafından kurulan pek çok örgüt, bu geri seviye nedeniyle elimizde yenilenmeye ve gelişmeye kapalı dini araçlara dönüşmedi mi? Fikirlerimizi sürekli olarak geliştirmemize karşı duran, geçmiş doğruları bugünkü hayatı açıklamada ileri süren ve bunu bağnazca savunan bu anlayış, ilerleme önündeki en büyük engellerden biridir.

Kendinde devrim yapmaya karşı duranlar, toplumda devrim yapmayı nasıl başarabilir ki? Düşünce dünyamız, muhafazakar yaklaşımın aksine, nesnel dünyanın gelişmesine paralel olarak yenilenmek ve gelişmek zorundadır. Nesnel dünya doğru yorumlandığı ve gerçekçi siyaset ve planlar ve bunu uygulayacak yeni örgütler geliştirilebildiği oranda değiştirilebilir. Geçmişin doğrularını bugünkü dünyayı açıklamak için ileri sürmek onları geliştirmemek, başarısızlığı daha baştan kabul etmek anlamına gelir.

        Üçüncü büyük zaaf ise kariyerizmdir. Pek çok örgütün ayrılık yaşamasında da birleşmemesinde de kariyerizmin büyük etkisi vardır. İleri sürülen teorik gerekçeler ise esasen bu anlayışı örtbas etmek veya haklı çıkarmak içindir. “Farklı fikirler her örgütte olur. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Her şey karşıtların birliği ve mücadelesini içerir. Şeylerin gelişimi, bu farklılıkların varlığına ve farklı kutuplar arasındaki mücadeleye bağlıdır. Buna rağmen kariyerist anlayışlar, ayrı fikirleri, kendi denetimine alacakları küçük grupları yaratmak için kullanmakta ve yine bu küçük grupları korumak için ayrı fikirleri bilerek abartmaktadırlar.

        Bütün bu nedenlerden ötürü, halkı bölünmeye ve başarısızlığa uğratan üç büyük kötülükle mücadele etmek zorundayız. Büyük birliğin gerçekleşmesi ve birleşik enejinin devrimin pratik görevlerine sevkedilebilmesi, önemli ölçüde bu üç kötülükle mücadeledeki başarıya bağlıdır.

 --------------------------------------------------------

Kürt Sorunu, Milliyetçi Yaklaşımın Sonuçları ve Enternasyonalist Çözüm

        Türk burjuvazisi, diğer pazarlara hakim olmak ve tek bir ulus yaratmak için kapsamlı bir asimilasyon politikası uyguladı. Bu poliitika Bülent Ecevit’in anılarının açılmasıyla bir kez daha ama pek çok yönüyle deşifre oldu.

Asimilasyon politikası oldukça kapsamlıydı; baskı ve şiddet de dahil pek çok uygulamayı içeriyordu. Bu nedenle sonuçları ağır oldu.

        Diğer ulusları zorla Türkleştirme, tepkiye ve mücadelelere yol açtı. Kürt hareketi de buna karşı ciddi şekilde gelişti ve şiddete büründü. Hareket kitlesel bir karakter kazandı ve mevcut gerici düzen için en büyük tehlike haline geldi. Ne varki Kürt hareketi milliyetçi ufukları aşamadı. Kürt hareketine karşı Türk devleti de milliyetçiliğe sarıldı. İç savaş sırasında onbinlerce asker ve polis ölmüş, yaralanmış veya sakat kalmıştı. Türk devleti bunların yakınlarını da kullanarak olayı bir kan davasına çevirmeye çalıştı. Bayrak provokasyonuyla kitlesel linç hareketlerini geliştirdi. Türk illerinde yaşayan Kürtlerin ev ve işyerleri tespit edildi ve kitlesel saldırılar körüklendi. Bununla Kürt ulusuna ve devrimci sosyalist harekete gözdağı verildi. Bunlar aynı zamanda ileride olabilecek katliyamların provasıydı.

Kürt hareketi biraz daha gelişebilir. Fakat daha ötesi daha büyük kitlesel katliamlardır. Uluslararası koşullar elverişli hale geldiğinde, Türk devletinin bu tür yöntemlere başvurması olasıdır. Halklarımız ulusal temelde kamplaşmış durumdadır. İçerde bunun koşulları mevcuttur. Savaşı bu şekilde sürdürmek daha çok insan, imkan ve zaman kaybı demektir. Bunun halklarımızın çıkarına olmadığı bellidir.  Halklarımız ağır bedeller ödedi. Peki mücadeleyi bir sonuca bağlamadan böyle yarı yolda bırakıp, devrimden vaz mı geçmek gerekiyor? Tabiki hayır! Daha kısa sürede, daha az kayıpla daha köklü dönüşümler mümkündür. Bir akıl ve bilim yolu mutlaka vardır. Bunun için hep birlikte kafa yormalı; ayrı mevzilerde dağınık süren mücadeleleri, büyüklüğüne küçüklüğüne bakmaksızın ve bir önderlik dayatmasında bulunmaksızın birleştirmeliyiz.

Eskiden Kürt ulusunun ayağa kalkmasıyla devrimin olabileceğini düşünüyorduk. Fakat gelişmeler gösterdi ki, Kürtler ne kadar ayaklanırsa ayaklansın, miliyetçi çizgiyi terkedip Türk halkıyla birleşmedikçe, kurtuluşa kavuşmaları zordur. Türk halkı ne yazık ki meseleyi bir kan davası gibi ele almış ve Türk devletinin etrafında birleşmiş durumdadır. Bizzat Türk halkının kazanılması ve milliyetçi Türk cephesinin parçalanması gerekmektedir. Bu ancak her milliyetten bütün Türkiye halklarının ortak çıkarlarını ve kurtuluşunu esas alan ve bütün dünya halklarının sempatisi ve desteğini de kazanan enternasyonal bir çigi ve politik çalışmayla olur.

Küresel kapitalizm çağında yaşanan büyük göçler nedeniyle dünya nüfusu daha karma hale geliyor. Küresel tekeller bütün dünyayı egemenliğine aldı ve onlar idare ediyor. Ulusal tekellerin birleşmesinden sonra ülkeler birleşmeye başladı. Sınırlar yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bir tek dille bütün dünyada anlaşmak mümkün hale geliyor. Ulusal baskıların maddi temeli her geçen gün zayıflıyor. Öte yandan Kürt halkının Türk illerini terketmesi ve bağımsız bir Kürdistan’a çekilmesi de olası değildir. Demokratik bir Türkiye içinde bölgesel özerklik en gerçekçi çözümdür.

Fakat zorla, değil bir ulusu, evli bir çifti dahi bir arada tutmak mümkün değildir. Ayrılıklara baskı yol açıyor. En iyi birlik, baskıdan uzak kaynaşma yolunu açan tam hak eşitliğidir. Gerici Türk hakim sınıfları bu nedenle en büyük bölücüdür. Bundan vazgeçmek zorundadırlar.

Kürt hareketinin de milliyetçi çizginin ağır sonuçlarını hesaplaması, daha enternasyonal bir çizgi benimsemesi, hiç birini küçümsemeden Türkiye’nin demokratik bütün örgütleriyle ve onlar üzerinden bütün Türk halkıyla birleşmeye önem vermesi, gerici Türk hükümetlerini böyle bir birlikle demokrasiye zorlaması gerekir. Aynı şekilde Türkiye devrimci hareketinin de  Kürt hareketiyle birleşerek onu daha enternasyonal ve sosyalist bir çizgi doğrultusunda etkilemesi ve Türk devletinin Kürt ulusu üzerindeki baskılarına daha birleşik va kararlı bir şekilde karşı çıkması gerekir.

        -------------------------------------------------------------------------------

Küçük Burjuva Sosyalizmi

Rusya, Balkan ülkeleri ve Çin’deki devrimlerden sonra bazı köylüler toprak ve diğer üretim araçlarını birleştirip kooperatifleşirken, bazıları kendi mülkiyetinde tutuyordu. Köylülerin üretim araçlarını kooperatiflerde birleştirmesi imkanlarının artmasına ve tarımda makinalaşmaya, makinalarla toplu üretim ciddi bir üretim artışına, o da kooperatif üyesi köylülerin genel refah seviyesinde yükselmeye yol açıyordu. Buna karşı özel mülk sahibi köylülerin üretim kapasitesi ve refah düzeyinde bir değişme olmuyordu. Özel mülkiyetini koruyan köylüler kooperatiflerin yol açtığı bu gelişmeyi gözleriyle gördükten sonra birliklere katıldılar.

Bugün Türkiye devrimci hareketi de benzer sorunları yaşıyor. Geniş halk kitlelerinin taleplerine ve Türkiye gerçeklerine ters düşen yanlış politikalar izlendiği için pek çok örgüt eriyerek marjinalleşti. Türkiye devrimci hareketi, denetimindeki küçük örgütlerle böyle ayrı mevzilerde çarpışıp güç tüketmeye devam mı edecek, yoksa tümünü birleştirerek siyasal yaşamda ciddi bir gelişmeye mi yol açacak? Bazı anlayışlara göre, aynen bireysel mülkiyetini koruyan köylülerin iddia ettiği gibi, küçük örgütlerin birleşerek kooperatifleşmesi boş bir çabadır.

Ama biliyoruz ki sosyalist olmanın ilk ölçütü kollektif mülkiyete geçmektir. Küçük örgütler dahi birleştirilemiyorsa, halklar ve bütün dünya nasıl birleştirilebilir? ‘Az olsun benim olsun’ anlayışıyla örgütleri bölüyor, halkın emeklerini  çar çur ediyor ve birleşmemekte ayak diriyorsak, sosyalist olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz? Örgütleri kendi özel mülkümüz gibi ele alıyor; birleşmemeleri için yığınla gerekçe ileri sürerken, birleşmeleri için aynı çabayı göstermiyorsak, nasıl sosyalist olarak kalabiliriz? Her sosyalistin bu soruları kendisine sormasını istiyoruz. Büyük birlik, bu soruları doğru yanıtladığımızda mümkün olabilecektir.

Lafta değil pratikte sosyalist olmamız şarttır. Buna hepimizin ihtiyacı vardır. Geniş emekçi kitlelerinin de. Bunun için büyük birlikten yana olanların ön plana çıkması gerekir. Politik hayatta tam bir kooperatife ihtiyaç vardır. Birleşmeye karşı olanları ikna etmemiz için böyle bir deneme şarttır.

 ------------------------------------------------------------

Aleviliğin İnsancıl ve Derin Felsefesini Özümleyen Yeni Demokratik Bir Sosyalizm

        Sosyalist bir hareket olarak, geçmiş toplumun bütün değerlerine saldırıp attık, fakat yerine daha ileri bir şey inşa edemedik. Oysa başarılı olmamız da ayakta kalmamız da büyük ilerlemeler sağlamamıza bağlıydı.

        Daha önce devrimini yapan ülkelerde prolatarya adına ortaya çıkan devletler, halkın çıkarlarına ters düşerek yabancılaştı ve yeniden gerici bir aygıta dönüştü. Devrim mücadelesi sırasında ve ondan sonra da çok kan döküldü. Şiddet partiler içinde de ortaya çıkmaya başladı. Sistem halkı harekete geçireceğine halk adına hareket eden maaşlılar topluluğuna dönüştükçe ona yabancılaştı ve devirdiği devletin kaba bir benzeri olup çıktı. Aynı hataları tekrar etmek zorunda değiliz.

        Anadolu’da Aleviler, tarihte sistemli bir şekilde uğradıkları zülme rağmen, devletsiz ve şiddetsiz bir şekilde sorunlarını Türk devletinden gizlice düzenledikleri ve gerçekte bir nevi halk mahkemesi olan ve pirleri tarafından düzenlenen ‘Cem’lerde çözerek bugüne kadar geldi. Her şey zıtların birliğinden oluşur. Toplumlar da öyle. Alevi toplumunun olumlu değerlerini koruyup ileriye taşıyamadık, aksine tümden bir tarafa attık. Zamanla halk arasındaki sorunların çözümüne dahi şiddet bulaştı. Sosyalist adalete gölge düştü. Uygulamalar insaf boyutunu aştı. Çekişme ve rekabet anlaşma ve dayanışmanın yerini aldı. Tam da toptan redci ve yıkıcı olup yapıcı olmadığı için devrimci hareket darbe alıp yenilince, halkımız büsbütün önderliksiz kaldı ve savruldu. Her türlü yozlaşma baş gösterdi. Bu elbette ki Türk ordusu ve polisinin de teşvik ettiği bir şeydi.

        Bütün bu tecrübelerden sonra şimdi daha ileri politikalara ihtiyacımız vardır. Öncelikle halktan ve onların önderleri olan pirlerimizden özür dilemeliyiz. Onlar sadece birer halk hakimi değil, aynı zamanda derin Alevi feelsefesini ve halk edebiyatını dünden bugüne taşıyarak yaşatan birer bilge, halk ozanı ve sanatçıydı. Onların gönlünü yeniden kazanmalıyız.

        Ve sosyalizmi kuracaksak bir gün, o, sadece bugünkü kapitalizmden değil, geçmişin sosyalizminden de çok çok farklı ve ilerde olmalıdır. Aleviliğin derin felsefesinden ve büyük insancıl özelliğinden esinlenmeli, devletten ve halk içinde şiddet yöntemlerinden uzak durmalıdır.

Bu anlayışı, partilerimizde daha şimdiden bir yaşam biçimi haline getirerek oturtmalıyız. Bu kültürle yetişen yeni nesiller üzerinden geleceğin daha ileri toplumunu inşa edebiliriz.

        Bunun için gelin canlar bir olalım!

 ------------------------------------------------------

Neden Birleşik Bir Parti

        Küçük aile mülkiyeti kapitalist çiftlikler karşısında; küçük dükkanlar da süper marketler karşısında iflas etmekten kurtulamıyor. Üretim araçlarının mülkiyeti giderek bir avuç küresel tekelin elinde birikiyor. Küçük mülkiyet sahiplerinin ayakta kalabilmek için bir tek seçenekleri kalıyor; kooperatiflerde birleşerek tekellerin yıkıcı etkisine karşı direnme ve giderek halkın küresel kooperatiflerini örgütleme. Buna direnenlerin iflas etmesi kaçınılmazdır.

        Bu yasa, siyasal alanda da işlemektedir. Karşıtlar arasındaki mücadele, birbirini birleşmeye itmektedir. Ama hangisi karşıdakinin birliğini önlediyse veya parçaladıysa, o ömrünü uzatabilmektedir.

        İnsanın düşüncesini belirleyen maddi yaşam koşullarıydı. Maddi yaşam koşulları değitikçe; büyük ve toplumsal üretim küçük üretimin yerini aldıkça, Türkiye’de insanların ve partilerin bakış açıları ve fikrlerinde de değişimler yaşanıyor. Demokrasi eğiliminin güçlenmesinin sebebi bu ekonomik gelişmedir. Artık Türk sanayi burjuvazisi demokratikleşme istemektedir. Faşist MHP bile değişmek zorunda kalmıştır. Faşizmin temelleri her geçen gün zayıflamaktadır. Yeterince demokratik olmayanlar halktan destek bulamamaktadır. Koca CHP’nin düştüğü hale bakın. AKP demokratik değil, ama Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıma ve Kürt sorununu çözme vaadiyle kitlelerin desteğini alabilmiştir. Halk demokrasi bekliyor.

        Küçük üretim örneğindeki gibi politik alanda küçük grup ya da klik anlayışıyla hareket eden, yeterince demokratik davranmayıp farklılıkları bir zenginlik olarak ele almayan pek çok yasal ve yasadışı parti baraj altında kaldı. Bu partiler halk kitlelerinden destek bulamamakta ve marjinal duruma düşmektedir. Halk, kendisine ve bugünkü dünya gerçeğine ters düşerek ihtiyaca cevap vermeyen örgütleri bu şekilde cezalandırmaktadır. Bunu anlayan anlıyor. Bu gibi partilerin birleşme ve günümüz dünyasının gerçeklerine vakıf olarak daha doğru politikalar önerme, halkın ortak çıkarlarını esas alma ve daha da demokratikleşme dışında çıkar bir yolu yoktur. Bu doğrultuda davrananlar kazanır, buna aykırı düşenler ise daha fena halde kaybeder.

Demek ki, küçük mülkiyeti birleştirmeden korumaya çalışmak ne kadar boşsa, küçük örgütleri böyle ayrı mevzilerde tutarak ateşe sürmek de o kadar boş bir çabadır. Politik alanda da kooperatifleşmek ve demokratikleşmek zorunludur. Demokratik bütün partilerin, halkın ortak çıkarları doğrultusunda harket ederek birleşmesi ve mücadelenin ihtiyaçlarına cevap vermesi şarttır. Bu yönelim, toplumsal yasalara uygun olduğu için hem kaçınılmazdır, hem de kazandırır.

Tutarlı sosyalistlerin paylaşamayacakları hiç bir şeyleri yoktur. Küçük mülk dünyasından vazgeçmek bizi daha çok özgürleştirir. Büyük birlik için başlattığımız girişim bu nedenlerden ötürü gerçekçidir ve gelişme vaadetmektedir. Hep birlikte daha aktif ve yaratıcı bir şekilde çalışmalı ve kurumlarımızı ortaklaştırmalıyız.

 -------------------------------------------------------------

Parti İçi Demokrasi Meselesi

        Farklı fikirlerin kaçınılmaz olarak her partide var olduğunu, parti yaşamını canlandırdığını ve doğru fikirleri geliştirmenin de yanlışlara karşı politik uyanıklığı arttırmanın da aracı olduğunu pek çok kişi kabul eder. Fakat iş pratiğe gelince durum değişiyor; demokratik söylemin yerini saldırganlık, damgalama, aşağılama ve tasfiyeler alıyor. Demek ki yüz çiçek fikri yeterince hazmedilebilmiş değildir.

        MHP açık faşist bir partidir. Farklı fikirler ileri sürmek veya Kongrede Başkanlarına karşı aday olmak, büyük riske atılmak demektir. MHP kongreleri hep kavgalı geçer. MHP’nin, devrimcileri bir tarafa bırakıyoruz aydınlara karşı saldırgan tutumu kanlı geçmişi nedeniyle iyi biliniyor. CHP sözümona demokratik bir partidir. Bugün Sayın Deniz Baykal yönetimi altında düştüğü hale bakın. MHP’ye pek benzer hale geldi. Kongreleri kavgalı geçiyor. Muhalefet susturuluyor. El üstünde tutulan kadrolar, sırf Sayın Baykalı eleştirdi veya ona karşı aday oldu diye gözden düşürülüyor, bunun için kirli çamaşırları dökülüyor, damgalanıp aşağılanıyor, daha da durmazsa ihraç ediliyor. Sayın Sarıgül’ün başına gelenleri hatırlayın. Ne feci bir durum! CHP’nin kaybetmesinin sebeplerinden biri de bu yaklaşım biçimi değil mi? CHP, ya tutarlı bir şekilde demokratikleşecek ya da halk onun kapısına MHP’nin tabelasını asacaktır.

        Sosyalist hareketin farklı fikirlere yaklaşımı da ilginçtir. Daha ileri bir toplumu temsil etmesi nedeniyle parti içinde daha ileri bir anlayışa sahip olması beklenirdi. Fakat durum ne yazık ki içler acısıdır. Bunca bölünmelerin bir sebebi de bu olsa gerek.

        Sorunları ele alırken veya farklı fikirlerle karşılaşırken, toplumsal mücadelede emek ve koca bir ömür vermiş, iyi günde kötü günde sonuna kadar yürümesini becermiş, kaoslarda, başarısızlıklarda tıkanıklığı aşmak için çabalamış, gerektiğinde akıma göğüs germesini bilmiş ileri kadroların farklı fikirleri nedeniyle nasıl gözden düşürüldüğünü ve bir çırpıda geçmişine çizgi çekildiğini, kullanılan dili, hiddeti, kini ve nefreti görünce faşist partilere tekrar göz atıyorum ve kendi kendimizi değerlendiriyorum. Acaba bizim bunlardan farkımız ve benzer yanlarımnız ne? Evet onlarla kıyaslama içinde kendi kendimizi eğitmek ve daha ileriye çekmek zorundayız.

Öyle anlaşılıyor ki, kazara devrim yatapsaydık, herhalde bu kültür düzeyimizle, diğer partileri ve muhalefeti yasaklar, Kızıl Kmerler gibi bribirimizi tarlalara sürerdik. Burjuvazi yönetime doymuş, kendine güven kazanmış ve gerektiğinde daha toleranslı davranabiliyor. Bu düzeyle biz, herhalde daha koyu bir diktatörlük uygulardık.

Geleceğin toplumu bugünden inşa edilir veya kaybedilir. O daha şimdiden parti yaşamında kurulmalıdır. Fakat parti yaşamı buna elverişli değilse, kimseye güven veremez ve birleştiremeyiz. Yeni fikirlere saldıran, onları çürütmek için sahiplerini gözden düşüren, muhalefeti bir kaşık suda boğmaya çalışan, tasfiyelerle işi kesitirip atarak sorunlardan kurtulacağını zanneden, bu vb yöntemlerle gelişmenin ve yaratıcı çabanınn önünü tıkayan geri anlayışlar, nasıl daha ileri bir toplum inşa edebilir ki? Geleceğin toplumu böyle olacaksa, devrime halk kalkışır mı? Halk burjuva demokrasisine razı oluyorsa, sebebi bu anlayışlar değil mi?

Evet durum bu kadar vahimdir. Ne yapıp yapıp demokrasiyi parti yaşamında hakim hale getirmek ve gerici partilerden belirgin bir farka sahip olmak zorundayız. İşte o zaman çeşitli renklerde eşsiz güzellikler yeşerir partide, doğruları geliştirmek ve yanlışları ortaya çıkarıp aşmak daha kolay olur, insanlar gönül rahatlığıyla kendisini ifade eder, tartışmalar daha canlı geçer, kararlar daha iyi anlaşılır, daha çok insan tarafından sahiplenilir ve daha yaratıcı şekilde uygulanır. Böyle demokratik bir ortam, daha sıkı birliği ve birleşik çaba ile başarıyı beraberinde getirir.

        Daha ileri bir sosyalist demokrasi için mücadele eden partiler, öncelikle örgüt içi yaşamı demokratikleştirmekle işe başlamalıdır.

 --------------------------------------------------------

Kapsayıcı Bir Hareket

        Demokratik bir halk partisi girişimi başlatılmış. Bu hareketin kimleri kapsayacağı, nelerden sakınacağı merak konusudur.

        Önemli pek çok konunun tartışılarak netleştirilmesi gerekiyor. Demokratik bir halk partisi amaçlandığına göre, bu çalışma demokratik olan bütün sınıf ve tabakalara ve onların temsilcisi kurumların ortak çalışmasına dayanacaktır. Bu nedenle, hangi kökenden gelirse gelsin demokratik bütün kurumlara ulaşılması ve onların bu ortak çalışmaya resmi bir yazıyla davet edilmesi gerekir. Ortak çalışmaya katılanlar da olur, teredütle karşılayanlar, hatta karşı çıkanlar da. Hazır olanlarla işe başlayarak, hazır olmayanları ve karşı çıkanları zamanla ikna edebiliriz.

        Demokratik bütün kurumların ortak çalışması esas alınacağına göre kimse daha baştan bu çalışmanın dışında görülmemelidir. Bizim isteğimiz bu. Ama bakalım diğer demokratik kurumlar bu çalışmayı nasıl karşılayacaklardır. Kimlerin bu çalışmaya katılacağını zaman gösterir. Bütün demokratik kurumların kardeşliği ve birbirini tamamlayan ortak noktaları ne kadar erken görülür, görüş ve önerilerine daha baştan ne kadar önem verilirse, ortak çalışmanın önemi ne kadar iyi anlatılır, bütün bu konularda politik çalışmaya ne kadar önem verilirse o kadar olumlu bir sonuç alınır.

        Ortak çalışmada grupçu kaygıların güdülmesi son derece zararlı ve gereksizdir. Her fikir akımı kendi grubuyla bu ortak çalışmada yer almalıdır. Bu, niteliğine zenginlik katar. Biz tümünü kardeş görüyoruz; sosyalizmin ve demokrasinin bütün güçlerinin birleşmesinden yanayız. Bize mesafeli duranlara kendi kurumlarımızla giderek birleşmek istiyoruz. Örgütler arasında ayrım yapmıyoruz. Demokratik bütün örgütlerde de kendimizden bir şeyler buluyoruz. Bugün uygulanan çizgileri yanlış görüyoruz, ama bütün örgütleri kendi örgütlerimiz olarak kabul ediyoruz. Tümüne karşı sorumluluk duyuyor, ortak çıkarları esas alıyoruz. İçinde bulunduğumuz örgütleri paylaşıp ortaklaştırmaktan çekinmiyoruz. Çünkü doğru bir çizginin başarısına, bütün demokratik örgütlere ve halka güveniyoruz. Hatta, demokratik davrandıkları taktirde ayrı bir parti, gazete, radyo-televizyon vd kurumları örgütlemek yerine mevcut kurumlar üzerinden birleşmeye de hazırız. Bunun için diğer demokratik kurumlarla tartışmak istiyoruz.

        Birleşirken eskiyi tekrar etmeyi değil, daha ileri bir örgüt modelini, daha ileri bir birliği, daha ileri bir sentezi hedefliyoruz. Bu yolla geniş emekçi yığınlarını birleştirmeyi amaçlıyoruz. Bu nedenle bizi geniş halk kitlelerinden koparacak olan marjinal örgüt anlayışlarına ve davranış tarzına dikkat edilmesi gerekiyor. Büyümek iyidir, fakat bunun nitelikli ve ileri olması şarttır. Kim olursa olsun geçmişin olumzuzluklarını, yetmezliklerini, darlıklarını aşmak isteyen herkesle birleşmeliyiz. Ama işte keskin çıkışlarla bizi marjinalleştirecek insanları eğitmeden ön plana çıkarmamalıyız.

        Ortak partinin daha kapsayıcı ve gerçekten demokratik, ileri bir hareket olması için her arkadaş ve her örgütün kendi çevresinde politik çalışmaya önem vermesi gerekir.

 -------------------------------------------------------

Tohum, Toprak, Ölüm ve Yaşam

        Tohum, toprak, hava su ve güneş ne kadar büyük bir uyum içinde. Ölümün de yeni hayatın da kaynağı, biribirini tamamlayan beş büyük kuvvet. Ölüm ve yaşam ise birbirini takip eden çelişik iki süreç. Biri diğerinin varlık sebebi. Yeni bir yaşam, hep eskinin yaşamının sona ermesiyle ortaya çıkıyor. Yeni olan şey, eskinin bağrında baştan beri mevcut. İç ve dış koşullar uygun hale geldiğinde, yeni olan eskinin bağrında boy verip büyüyor ve onun yerini alıyor. Eski tamamen yok yolup gitmiyor, onun olumlu bütün değerleri daha üst bir biçimde yeni olanda yaşıyor. Böyle farklı süreçler birbirine eklemlenerek sürüyor maddede hareket.

Tohum, ekilmezse ya da uygun koşullarda ekilmezse bir işe yaramaz ve zamanla çürür gider. Fakat uygun koşullarda ekildiğinde ondan yepyeni bir filiz doğar. Filiz ilk gıdasını tohumdan alır; büyürken tohum onun gübresi olur. Ölmeye yüz tutan organizma, yeni olana hayat vererek yerini ona bırakır. Bu yeşermeden, yeni bir yaşama yol açmadan yok olup gitmekten farklıdır ve daha iyidir. Hayat tohumdaki filizlenecek öğede saklıdır. Neslin devamı ya da yeniden üretimi, bu filiz öğesine hayat hakkı tanımaya bağlıdır. Tohum eğer ona hayat hakkı tanımazsa, kendi varlığı zaten sönüp gidecek, bir de soyunun devam etmesine mani olmuş olacaktır. Bu nedenle tohumun yapacağı en iyi iş, filize durmak ve özünün bütün güzelliğini, suyun, havanın ve güneşin yardımıyla filize yedirmektir. Filiz ise tohumunu ve toprağını beğenmez de onun olumlu öğelerinden beslenmezse, bir bebek gibi memelerine saldırıp emmezse anasının ak sütünü hayat bulamaz, doğanın zorlu koşuları karşısında solup gider. Yaşlanmış, bir çok dalı kurumuş bir ağacı düşünün; kökünden taze filiz vermiş. Filizi koparırsanız, sadece onu değil, ağacı da kaybedersiniz. Gerçekte filiz, ağacın hayata tutunma çabasının ürünü yeni bir yaşamdır. Küllerinden yeniden doğmak ya da yaşamın ölümden doğması denen şey budur işte. Bu, doğanın da toplumun da yasalarına uygun bir gelişme seyridir.

Yaşamın bu yasaları takiben sürmesine mani olmamak lazım. Aksi, boş bir uğraş olur. Tohumun yeni ve daha üst bir yaşama yol açmadan ölmesine göz yummamak lazım. Geleceğimiz buna bağlıdır. Tohumu yeşertecek koşulları ortak çabayla hazırlamalı, daha üstün bir yaşama can vermeli, sevgimizi ve bütün güzeliğimizi ona yedirmeliyiz.

 ----------------------------------------------------------

Amaç-Araç İlişkisi

Dünyayı değiştirmek amacıyla ortaya çıktığımız halde, bilmeden, değişimin önüne kendimiz geçebiliyoruz. Amaçlarımızla eylem pratiğimiz arasındaki bu garip çelişkiyi çözmedikçe, sözlerimizin inandırıcılığı kalmaz.

Bilimin, tekniğin, iletişimin ve ulaşımın ulaştığı seviye nedeniyle dünyanın ve toplumun değişimi öyle hızlandı ki, bunu açıklamakta zorlanıyoruz. Sosyalizmin gerçekleştirmeyi hedeflediği bir yığın dönüşüm daha şimdiden küresel kapitalistler tarafından gerçekleştirilmiş durumdadır. Bu çağda bizim hızla fikirlerimizi ve örgütsel araçlarımızı yenilememiz gerekirken, geçmişin doğrularıyla yetinmemiz ve bunarı ileri sürerek kitleler tarafından kabul edilmesini beklememiz hiç de gerçekçi değildir.

Eski dinleri eleştirdik, fakat kendi siyasal görüşlerimizi ve örgütlerimizi birer dini araca çevirerek onların yerine geçirdik. Önderlerimiz elimizde puta, kitapları Kuran’a, İncil’e dönüştü, biz de onların müritlerine. Gelişmeleri tahlil eden yeni kitapların yazılmasına mani olduk. Hayatı donuk bir şeymiş gibi ele aldık. Devrimci teori bu nedenle elimizde cansız bir doğmaya dönüştü, yaratıcı ışığını yitirecek duruma geldi.

Seviyemiz ilerlerken eski türküleri dilemek bizi nasıl tatmin etmiyorsa, eski fikirler de halkı öyle tatmin etmiyordu. Kitleler örgütlerden daha ileri duruma gelmişti. Doğruyu onlar ileri sürüyor, önderlik kurumu olduğunu iddia eden örgütler ise eski fikirlerde diretiyordu. Politik gerilik nedeniyle gerçeklerden kopuk hareket ediyor, gelişmelere ayak uydurmakta zorlanıyor, geri çekilme ve yenilenme esnekliği gösteremiyor ve peşpeşe ağır darbeler alıyordu. Uyguladığı politika ve kullandığı örgütsel araçlarla kendisini güç duruma sokuyordu. Politikada ve örgütsel araçlardaki katı tutum kaybettirdiği halde ciddi bir muhasebe yapılmıyor, basit ve yüzeysel değerlendirmelerle başarısızlıklar kadrolara fatura ediliyordu. Bu nedenle geçmişin olumsuzlukları sürekli olarak tekrar ediliyordu. Artık araçlar amacın önüme geçmiş, amaç haline gelmişti. Bunun sonuçları ağır oldu; pek çok örgüt mücadelenin ihtiyaçlarına cevap veremedi ve kitle destiğini kaybederek eridi.

Kısmi iyileştirmelerle durumun düzeltilemeyeceği yıllardır ortaya çıkmış durumdaydı. İleriye doğru adım atan örgütler gücünü, kadrolarını korurken, ayak diremeyi devrimci kararlılık zannedenler büyük kadro kaybına uğrayarak geçmişin de gerisine düştü.

Kabul etmeliyiz ki, Türkiye ve dünya koşularında ciddi değişimler yaşandı. Buna paralel olarak politik örgütsel hattımızda ciddi değişiklikler yapmamız zorunlu hale geldi. Yenilenme hayata tutunmanın yoludur. Fakat yenilenmeye karşı hala direnç gösteren anlayışlar vardır. Bunlar yenilenmeyi tasfiyeci bir hareket olarak değerlendiriyor ve tasfiyelerle önünü almaya çalışıyor. Oysa tasfiye olmadık ciddi bir şey kalmamıştı ve buna yol açan yanlış çizgide ayak diremeydi.

Hayatta vazgeçmeyeceğimiz bir kaç temel ilke vardır: Birincisi, birleşik komünist bir dünya; ikincisi, bunun için devrimleri esas alma; üçüncüsü, bu hareket boyunca daima halkın ezici çoğunluğunun ortak çıkarlarını esas almaktır. Bunun dışındaki her şey gelip geçicidir; zamanı geldiğinde yerini bir başka şeye bırakır; bu nedenle bizim için vazgeçilmez değildir. Aksi katı tutum, ne kadar kararlı ve kahramanca olursa olsun hayattan, geniş emekçi kitlelerinden ve hareketten kopararak başarısızlığa sürükler, elenmemize neden olur.

Bugün başvurulan politikalar, örgütsel araçlar ve çalışma tarzları artık ilkeldir. Bunları hızla yenileriyle değiştirerek ve örgütleri halkın ortak kurumları haline getirerek mücadeledeki tıkanıklığı aşmak; darmadağın duran güçleri bu yolla toparlayarak yeniden organize etmek ve onları geniş emekçi kitleleriyle birleştirerek büyük ileri atılımları hazırlamak gerekiyor.

------------------------------------------------------------------------

 

Partileşme Çalışması

 

Tartışılan yeni partinin diğer partilerden farkı ne olacak, nasıl bir partiye ihtiyaç var? Ayrı bir parti şart mı? Eğer benzer olacaksa neden ayrı bir parti? Diğer demokratik partiler yeterince demokratik mi, onlar üzerinden gücümüzü birleştirebilir miyiz? Ayrı bir parti şartsa nereden, nasıl başlanmalı? Bu vb sorunları birlikte tartışıp aydınlığa kavuşturmamız gerekiyor.

Nereden Başlamalı ve Nasıl Yapmalı?

Biz her şeyden önce Türkiye’de ve dünyada bütün ezilenleri birleştirmek istiyoruz. Buna, dağınık duran güçlerimizi birleştirerek başlayabiliriz. Güçlerimizi ayrı bir partide de birleştirebiliriz, mevcut demokratik partilerden birinde de. Bu sadece bizim isteğimize değil, mevcut demokratik partilerin buna uygun ve hazır olmasına da bağlıdır. Kibir, grupçuluk, önderliğini dayatma vb olumsuzluklar hala bir tehlike olarak duruyor. Fakat bunlar aşılmayacak sorunlar değil. Biz her iki seçeneğe de hazır olmalıyız. Farklı fikir gruplarının ortak amaçlar doğrultusunda birleşmesini, farklılıklarını özgürce savunmasını ve fakat ortak kararlardan hareket ederek sonuca gitmesini istiyoruz. Halk güçleri arasındaki gereksiz rekabet ve üstün gelme yarışının böyle azalacağına ve zamanla yerini kaynaşmaya bırakacağına inanıyoruz.

Evet ayrı bir parti şart değil, ama eğer demokratik bir ortamda birleşme olanağını hemen yaratamıyorsak, ayrı bir parti neden olmasın?

Bu tartışma ayrı bir partiyle sonuçlanırsa, bütün demokratik partilerin birliği çalışması onun üzerinden sürdürülmelidir. Çatı partisi çalışması bizim dışımızda başlamış bulunuyor. Yaşadığımız dağınıklığı gidererek o çalışmaya aktif bir şekilde katılmalı ve daha ileri birlikler için uğraşmalıyız. Bunun için her şeyden önce Türkiye’de bir parti girişimi başlatılmalıdır. Politik mücadele, öyle platformlar üzerinden iyi bir şekilde yürütülemez. Partileşme şarttır.

Şu ana kadar yaptığımız şey, daha çok tartışma başlatma,  gücümüzü yenileyerek birleştirme ve partileşmeyi teşvikdir. Henüz ortada netleşmiş bir parti çalışması yoktur. Ama daha fazla zaman kaybedemeyiz. Bir an önce Türkiye’nin büyük şehirlerinden ve diğer başlıca illerinden başlayarak yerel ve merkezi toplantılar düzenlenmeli, bu toplantılarda bir parti girişimi ve ona bağlı olarak önemli bütün şehirlerde birer çalışma grubu seçilmeli, tartışmalar onlar üzerinden organize edilerek örgüte dönüştürülmelidir. Avrupa’da da buna paralel olarak yerel ve merkezi toplantılar yapılmalı, çalışmalar aynı şekilde bir girişim ve her bölgede ona bağlı birer çalışma grubu üzerinden yürütülmeli; güçlerimiz birleştirilerek dağınıklığa son verilmeli ve Türkiye’deki örgütleme çalışmasına büyük bir destek kampanyası başlatılmalıdır.

Toplantılara, farklı kökenlerden arkadaşlar, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Alevi, kadın, gençlik ve diğer demokratik hareketlerden temsilciler, sanatçılar, edebiyatçılar, gazeteciler, öğretmenler, bilim insanları, hukukçular, doktorlar ve diğer aydınlar da davet edilmelidir. Bu, gerçekten ortak bir parti örgütlemenin, daha geniş bir birliğe ulaşmanın, daha ileri bir sentez çıkarmanın, kararlarımızın daha geniş kesimler tarafından anlaşılmasının, benimsenmesinin ve yaratıcı bir şekilde uygulanmasının ilk şartıdır.

Ön toplantılar bu yıl tamamlanmalı ve seçimlerden önce kuruluş dilekçesi verilmelidir.

Parti, kuruluşu tamamlansın veya tamamlanmasın önümüzdeki yerel ve genel seçimlere katılmalıdır. Bunun için şimdiden adaylarını belirleyip çalışmalarını başlatmalı, bunu örgütlenme çalışmalarıyla birlikte yürütmelidir.

 

Nasıl Bir Parti?

Bütün ezilenlerin ihtiyaç duyduğu örgüt; çağdaş ve halkçı bir partidir. Yeni parti, her şeyden önce Türkiye ve dünyanın bugünkü koşullarına ve halklarımızın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır.

Yeni parti, diğer demokratik partilerin şu ana kadarki tecrübelerini dikkate alarak daha ileri bir çizgi ve örgüt modeli geliştirmelidir. Eğer mevcut partilere benzeyecekse, yeni bir oluşuma gerek yoktur, direk diğer partilerden birine katılmamız yeterlidir. Ayrı bir parti de örgütlense, mevcut partilerle de birleşilse, daha ileri bir çizgi ve örgüt modeli hedeflenmelidir.

Kurulacak olan parti, hiç bir illegal örgütün yan kolu ve yasal bir tekrarı değil, bütün örgütleri aşan daha üst ve ileri ve halklarımızın bütün devrimci demokratik dinamiklerini hiç bir grupçu kaygı gütmeden sahiplenen, tamamen bağımsız, demokratik bir halk partisi olmalı; şu veya bu grubun değil, bütün halkın partisi olarak Türkiye’deki bütün ezilenleri kucaklamasını bilmelidir.

Parti, geçmiş parti anlayışlarını aşmalı, yöneten ve yönetilen çelişkisinin çözülmesini yarına ertelemeden bugünden hareketine yön veren bir siyaset olarak kabul eden, bu nedenle yönetmeyi sevmeyen, kitlelerin ilerleyerek yönetilmeye muhtaç olmaktan çıkmasını sağlayan; yüzlerce kadronun birbirini rakip olarak değil birer tamamlayanı olarak gördüğü kolektif kurumlara sahip; bir piramit gibi tepeden tırnağa hiyerarşik bir şekilde örgütlenmiş aşırı merkeziyetçi bir yapıdan ziyade meclisleri ve yerel yönetimleri güçlü olan; kitle inisiyatifini açığa çıkaran, kitlelere hareket içinde ortaya çıkan gerçek önderleri üzerinden önderlik eden; halkın ezici çoğunluğuna hizmet etmeyi ilke edinen ve görüşleri ne olursa olsun geniş halk kitleleriyle ve onların örgütleriyle birlikte hareket edebilen; kitleleri yanlışlarına karşı çıkmaya teşvik eden; farklı fikirlere açık ve bundan güç alan; doğru önderlik çizgisinin sürekliliğini bütün bu yöntemlerle sağlayan daha demokratik bir örgüt olmalıdır.

Partinin niteliği komünist olmakla beraber, ismi daha baştan bizi geniş kitlelerden koparmayacak, gösterişten uzak ve komünist alçakgönüllülüğe uygun olmalıdır.

Parti hangi sınıftan gelirse gelsin demokratik ve sosyalist bütün kişilere açık olmalıdır. Daha kuruluş sırasında nitelikli örgütlenmeye dikkat etmeli, örgütü marjinal gruplara benzetecek geri anlayışlara göz yummamalı; bunun için eğitime, canlı tartışmalara ve denetime önem vermelidir.

 

Nasıl Bir Program?

Parti programı, Türkiye’nin ve dünyanın somut gerçeğine dayanmalı, kısa, sade ve anlaşılır olmalı ve sağ sol ayrımı yapmadan ilerlemeden yana olan bütün sınıf ve tabakaların ortak çıkar ve taleplerini içermelidir. Öyle bir program olmalı ki ezilen bütün kesimler onu kendi programları olarak benimseyebilsin.

Bunun için program ve tüzük taslağı kitlelerin görüş ve önerilerine açılmalı; toplantılarda, gazetelerde ve diğer araçlar üzerinden yeterince tartışıldıktan sonra kararlaştırılmalıdır.

 

Nasıl Bir Politik Çizgi?

Türkiye ve dünya koşulları hızla değişmeye devam ediyor. Dünyayı MLM klasiklerle açıklamaya çalışmak hayatı geriden takip etmeye neden olur. Türkiye’nin ve dünyanın somut koşullarını gerçeğe uygun şekilde tahlil ettiğimiz ve devrim mücadelesine bunun ışığında yön verdiğimizde yeni bir çığır açmış oluruz. Bu görev bizimdir, bunun için Marx’ı beklemeye gerek yoktur.

Türkiye devrimi ne Sovyet devrimine benzer, ne de Çin devrimine. İkisinden birinde ısrar etmek başarısızlığa götürür. Bu iki tip dışında devrimler mümkündür. Türkiye kendine özgü bir devrim aşamasından geçmektedir. Bunu anladığımız zaman hayat ellerimizde yeniden şekillenir.

Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı değiştiği için devrimin yol ve yöntemleri ile amaçları, dayanakları ve hedefleri değişmiştir. İşçi sınıfı artık temel güçtür ve şehirler esastır. Yasal olarak örgütlenme ve halkı politik mücadele ile devrime hazırlama olanağı vardır. Devrimci örgütler politik mücadeleye önem vermeli, işçi sınıfıyla bağlarını hızla kuvvetlendirmeli ve geniş işçi yığınlarının birleştirilmesi için çalışmalıdır.

Faşizme, emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı işçileri, küçük üreticileri ve halkın öteki kesimlerini birleştirerek geniş bir temel ittifak örgütlenirse, burjuvazinin demokratik kanadı da faşist kanada karşı ittifaka zorlanabilir.

Milliyetçilik ve köktendincilik faşizmi besleyen iki akımdır. Bunlara karşı laik demokratik ve enternasyonal büyük bir birlik örgütlemek mümkündür.

Demokrasi, Türkiye halklarının en geniş kesiminin ortak talebidir. Türkiye ekonomisindeki gelişmeler neddeniyle, faşizmin temelleri sarsılmaktadır. Faşist kliğe karşı halkın bütün kesimlerini birleştirmek ve demokrasi mücadelesini kazanmak mümkündür. Faşizm alt edilmeden Kürt sorunu, genel olarak ulusal sorun, inanç sorunu vd temel sorunlar çözümlenemez veya çözüm yolu açılamaz. Türkiye’de bu nedenle bütün ezilenlerin üzerinde birleşebilecekleri en acil talep demokrasidir. Demokrasi mücadelesinin kazanılmasıyla, diğer temel sorunların çözüm yolu da açılacaktır.

Tekelci Türk sermayesi, küresel sermayenin bir parçası olarak Türkiye ekonomisine hakim durumdadır. Fakat küçük üretimin tasfiyesi tamamlanmamıştır. Bu nedenle sosyalist devrimin koşulları oluşmamıştır. Küçük üretim tekelci sermaye tarafından tamamen tasfiye edilip yutulmadıkça, toplumun geniş kesimleri bu şekilde üretim araçlarından mahrum kalıp işçi sınıfına karışmadıkça, sosyalizme kalkışmak, küçük üreticileri gerici sınıflara yedekleyerek devrimi güçten düşürme ve yenilgiye sürükleme sonucuna yol açan boş bir uğraş olur. Geniş kitleler üretim araçlarından mahrum bırakıldığı zaman sosyalizm geniş kitlelerin talebi haline gelebilir ve ancak o zaman sosyalizm yaşama şansına kavuşabilir. Demokrasi, sosyalizm koşullarını da hazırlayacaktır.

Tekellere karşı mücadele ise boş ve saçmadır. Tekellerin oluşması kaçınılmaz bir gelişmedir. Bütün dünya birkaç tekelin elinde birleşecektir. Ancak onların yıkıcı ve sorumsuz davranmasıyla mücadele edilebilir. Boş bir çaba yerine, küçük üreticiler, aynen tekeller örneğindeki gibi gücünü birleştirmeye ve kendi kooperatif ortaklıklarını yaratmaya, bu yolla tekelerin yıkıcı etkisine karşı direnmeye teşvik edilmelidir. Aksi taktirde yıkılmaktan kurtulamazlar. İlerici bütün sermaye, TÜSİAD ve MÜSİAD örneğindeki gibi birleşmeye teşvik edilmeli, üretimin bilimsel ve demokratik şekilde yeniden örgütlenmesi onun üzerinden yürütülmelidir.

Mücadele politik, ekonomik ve kültürel olmak üzere üç koldan el ele yürütülmeli, ekonominin devrimci ve bilimsel tarzda yeniden örgütlenmesine öncülük edilmeli, politik mücadele bunun koşullarını hazırlamak üzere ve kültürel çalışmalar yine bunu sağlayacak ve geliştirecek şekilde ele alınmalıdır. Üretim güçlerinin ilerlemesini sağlayan bir hareket gerçekten devrimci olabilir ve devrim mücadelesini başarıya ulaştırabilir. Aksi hareketler, şuursuzca başkaldırıdan başka bir şey değildir ve başarısızlığa mahkumdur.

Geri bölgeler başta olmak üzere, tarımsal alanlarda üretimin yeniden örgütlenmesi için araştırmalar yapılmalı, üretime dönük çalışmaların yanısıra, köylerin birleştirilerek belediyeleşmesi ve sağlıklı kentleşme teşvik edilmelidir. Yerel yönetimler kazanılarak bu yönlü çalışmalar halkın bilinçli gönüllü desteğiyle yürütülmelidir.

Ülkemiz hızla çölleşiyor. Gerici hükümetlerin yanlış politikaları ve savaş nedeniyle hem çölleşme artıyor hem de doğa her bakımdan zarar görüyor. Sağlıksız sanayileşme ve emperyalist savaşlar nedeniyle dünyanın dengesi de bozulmakta, bütün dünya büyük felaketlerle yüz yüze gelmektedir. Buna karşı yeşillerin desteklenmesi, halkta çevre bilincinin yaratılması Türkiye’nin çölleşmesine ve dünyanın dengesinin bozulmasına mani olacak uluslararası çapta bir mücadelenin geliştirilmesi için çalışılmalıdır.

Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Hristiyanlar ve öteki azınlıklar büyük baskı altındadır. Ezilen kesimlerin tam hak eşitliğine kavuşması ve toplumu demokratik bir şekilde yeniden örgütlemesi için çalışılmalı. Bunun için ezilen kesimleri şu veya bu örgüte yedekleme anlayışından vazgeçilmeli, halka canı gönülden hizmet anlayışıyla hareket edilmeli, onların bağımsız demokratik yapıları tanınmalı ve eşitlerin birliği temelinde büyük bir birlik kurulmalıdır.

Devrim mücadelesi, gerici faşist kliğin baskıları nedeniyle şiddete büründü. İç savaş sırasında on binlerce insan hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden gerillalar da askerler de halklarımızın ta kendisidir. Savaşın yıkıcı sonuçlarına karşı sorumsuz davranılamaz.

Siyaset ile savaş ve savaş ile barış zıtların birliğidir ve uygun koşullarda birbirine dönüşür. Savaş keyfi olarak yürütülemez. Siyaset, önü tıkandığında savaşa dönüşür. Devrimci iç savaş çoktandır siyasetin önünü açmış durumdadır. Zor ve tehlikeli de olsa Türkiye’de siyaset yapma olanağı oluşmuştur. Kaldı ki savaşın taşıdığı risk ve kayıplar siyasal alandakinden yüzlerce misli fazla durumdadır.

Türkiye’de uzun zamandır bir iç savaş yürütülmektedir. Savaş zaman zaman ülke sınırlarını da aşmaktadır. Halklarımız iç savaş içinde yoruldu. Barış ve demokrasi, Kürt, Türk ve öteki uluslardan halklarımızın ortak özlemi haline geldi. Türk hükümetinin de, silahlı devrimci örgütlerin de bunu dikkate alması gerekir. Onurlu bir barış yasasıyla af çıkarılması, silahlı devrimci güçlerin siyasete ve toplumsal yaşamın yeniden örgütlenmesine katılması ve bunun koşullarının oluşturulması için çalışmak gerekiyor. Bunun için öncelikle Türkiye’de ve uluslararası alanda bütün demokratik kurumlarla ortaklaşa bir genel af kampanyası yürütülmelidir. Türk genel kurmayının ve gerici hükümetlerin, gerillayı savaş yoluyla tasfiye etme politikası deşifre edilmeli, silahlı güçler korunarak politik alana taşınmalıdır.

Gerillayı zamansız ve halktan kopuk şekilde savaşa sürerek ağır kayıplara yol açan, onların, ailelerinin ve savaşın ağır yükünü omuzlayan mazlum köylülerin durumunu, sıkıntılarını, acılarını, kaygılarını ve Türkiye koşullarını anlamamakta ayak direyen, yüreklerinin kulakları sağır, savaş dışında ayakta kalamayacağımızı düşünen, halka bunun dışında verebileceği fazla bir şeyi olmayan, insanların ölümü üzerinden politika yaparak şehirlerde, yurtdışında yaşamını sürdüren, savaşın yıkıcı etkisine gözünü kapayan ve halka zarar veren politikalarda diretmeyi devrimci kararlılık ve kahramanlık zanneden, ama kahramanlığı da hep başkalarından bekleyen, kendisini teorisyen, onları da paralı asker gibi ele alan; bu şekilde rahat köşelerinde savaş çığırtkanlığı yapıp halkımızın yoksul ve en samimi güçlerinin imhasına yol açarak gücümüzün birikmesine mani olurken iş kendisine gelince hep yan çizen, buna rağmen, gerçekten savaşan başka güçleri ise silahlı ekonomist olarak değerlendirip gözden düşüren ve onlarla birleşmeyi ihmal eden, dış devletlerin desteğiyle Türk ordusu tarafından bombalandıklarında ise kılını bile kıpırdatmayan, ama keskin nutuklardan da vazgeçmeyen şuursuz anlayışlar da eleştirilmeli, halkın gücünün korunması için büyük bir sorumlulukla çalışılmalıdır.

Gerici hükümetler iç savaş boyunca askeri harcamalara büyük bütçeler ayırdı. Halkımız sadece can kaybına uğramadı. Vergilerle derlenen mali değerler de böyle çar çur edildi. Gerici savaşın durdurulması, mali bakımdan da halkı rahatlatacaktır. Savaşa ayrılan bütçenin böylelikle üretime, eğitime sağlığa ve diğer sosyal hizmetlere yatırılması, Türkiye’nin hızla yaralarını sarmasını ve ilerlemesini sağlayacaktır. Parti bunun için canla başla çalışmalıdır. Bunu başarmak, savaştan rant sağlayan faşist militarist güçlerin yalnızlaştırılmasına bağlıdır. Bunun için demokrasiye, barışa ve öteki insani değerlere, Türkiye halklarına ve asker ailelerine yabancılaşmış, insan yaşamını hiçe sayan militaristlerin milliyetçiliği körükleyerek savaş kışkırtıcılığı yapması, askerleri şuursuzca ve nedensiz yere dağlara ve sınır ötresine sürerek ölümüne neden olması ve sözüm ona taviz vermeme adına bu anlamsız savaşta ayak diremesi teşhir edilmelidir. Asker aileleri de savaşa karşı örgütlendirilmelidir.

Türk hükümetleri, emperyalist emellerle dış pazarlara da göz dikmiş durumdadır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak Türkiye’nin daha büyük bir savaş belasının içinde kendisini bulması olasılık dışı değildir. Parti buna karşı Türkiye halklarını uyarmalıdır.

Bugüne kadar daha çok Kürtler ve Aleviler içinde örgütlenmeye önem verdik, Türk halkı içinde örgütlenmeyi ihmal ettik. Bu durum Türk halkının gerici sınıflar tarafından Kürt halkından ve Alevilerden koparılarak onlarla karşı karşıya getirilmesine, böylece devrimci hareketin yalnızlaştırılmasına zemin yarattı. Kürtler ve Aleviler Türk halkıyla ortak örgütlenmedikçe, başarılı olamazlar. Bu nedenle parti, niteliği, programı, siyasetleri ve çalışmalarıyla Türk halkı içinde kök salmaya özel bir önem vermeli; bütün halkların birleşmesi, gerici sınıfların yalnızlaştırılması ve devrimci hareketin yenilmez bir güç haline gelmesi için çalışmalıdır. Mücadele, Türk halkı tarafından da desteklenirse kazanılabilir. Parti şu veya bu kesimin değil, tüm Türkiye halklarının partisi olduğunu unutmamalıdır.

Parti, halkın en ileri aydınlarını bağrında toplamalı ve aydınlanma sürecinin tamamlanması için yoğun bir çaba sarf etmelidir.

Parti kuruluş çalışmalarına paralel olarak kadın, gençlik ve diğer örgütlerini de yeni bir perspektifle örgütlemeli; kadın erkek genç kadrolar yetiştirmeye önem vermelidir.

Gençliğin ileri kesimi, gençliğin geniş kitleleriyle birleşmeye, aydın kuşakların yetişmesi için daha çok okumaya teşvik edilmeli; parti bu yolla her alanda kadrolaşarak kurumlaşmalıdır.

Kadın sorununun çözümü yarına ertelenmemeli, acil çözüm için projeler geliştirilmeli ve kurumlar yaratılmalıdır. Sokak çocukları ve engelliler için de somut projeler ve kurumlar geliştirilmeli, kitlesel dayanışma örgütlenmelidir.

Sanatın bilinçli nesillerin yetişmesindeki muazzam gücü tartışılamaz. 68 ve 78 kuşağının yetişmesinde sadece MLM klasiklerin değil, halk sanatının da muazzam payı vardır. Kültürel çalışmalar bu nedenle başlıca görevlerden biri olarak daha baştan örgütlenmelidir. Bunlardan en önde geleni görsel sanatlardır. Hiç zaman kaybedilmeden demokratik bir halk televizyonu ve radyosunun kurulması veya var olanların birleştirilerek ortak bir kurum haline getirilmesi için çalışılmalıdır.

Sosyalist gazetelerin ve dergilerin birleştirilmesi de hedeflenmeli, ancak bu başarılamazsa, ayrı bir günlük gazete ve aylık bir sanat-edebiyat dergisi çıkarılmalı, gazete üzerinden geniş kesimlerin katılacağı tartışmalar düzenlenmelidir.

Sinema, kültür dernekleri vb kurumların yaratılması da acil bir ihtiyaçtır. Sanat edebiyat çevresinin bir çatı altında birleşmesi teşvik edilmelidir.

İnternet etkin tartışma ve propaganda aracı olarak iyi kullanılmalıdır.

Parti, ilerlemeden yana olan bütün diğer partilerle bir cephede ve sosyalizmin bütün güçleriyle bir parti çatısı altında birleşmelidir. Bunun için bir Halk Kongresi önermelidir. Devrimci kitle çizgisini uygulamayı, hareket boyunca doğru bulduğu görüşlerinden vazgeçmeden, halkın ortak iradesinden hareket etmeyi ilke edinmeli, geniş kitlelerden kesinlikle kopmamalı, acelecilik ve kendiliğindencilikle mücadele etmelidir.

Sosyalist yönetimler esasen kendi yanlışlarının bir sonucu olarak halka ters düştü ve çöktü. Sosyalist hareket, binlerce yıl toplumu devletsiz ve şiddetten uzak şekilde idare eden Alevi felsefesinden ve hümanizminden öğrenerek demokratikleşmeli ve her türlü devleti aşmalıdır. Bunu geleceğin sorunu olarak değil, bugünden uygulanan bir siyaset olarak ele almalı, örgütü ve kitleleri bunun ışığında eğiterek hazırlamalıdır.

Türkiye’nin Avrupa ile birleşmesi muhtemeldir. Avrupa faaliyeti Türkiye’ye bağlı olarak değil, kendi özgüllüğü içinde yürütülmelidir. Avrupa faaliyeti özel bir bölge faaliyeti gibi ele alınmalıdır. Avrupa’daki bölge örgütü, ordaki işçilerimizin ve gençliğin sorunlarını esas alan bir çalışma yürütmelidir. Bu çalışma güçlendiği ve enternasyonal bir nitelik kazandığı oranda, Türkiye halkları için büyük bir destek haline gelir. Avrupa devrimi bugünün işi değildir, fakat bizim de işimizdir. Ancak Avrupa devrimi Türkiye’den geçer. Bu nedenle çalışmalar birbirini destekleyecek şekilde bölgesel çapta ele alınmalıdır. Avrupa’daki demokratik sosyalist parti ve hareketlerle bağ kurulmalı, birleşik bir Avrupa sosyalist partisi için çalışılmalıdır.

Avrupa’da işçilerimizin çeşitli kurumlarda fakat bir çatı altında birleşerek siyasette aktif ve etkileyici olmaları, bu yolla haklarını koruyup geliştirmeleri ve yerli halklarla kaynaşmaları sağlanmalıdır. Irkçılıkla mücadele edilirken, gettoların oluşmasına ve milliyetçiliğe karşı mücadele de ihmal edilmemelidir.

Pek çok ülkede elçilik gibi işleyen kurumlar örgütlenmeli; diplomatik mücadele ve uluslararası destek önemsenmelidir. Ancak bağımlılığa yol açacak hiçbir ilişki kabul edilmemelidir.

Bütün çalışmaları finanse etmek için mali bir fonun oluşturulması ve bunun bütün kitlelerin denetimine açık tutulması şarttır. Bunun için her üye aidatını düzenli olarak ödemeli ve açık demokratik kampanyalara, bu kampanya sırasında politik çalışmaya önem verilmelidir. Kitleler arasındaki politik çalışma süreklileştirilmeli, onlara sadece para gerektiğinde gidilmemelidir.

Parti veya diğer kurumlarımızda çalışan insanların emeklerinin karşılığı ödenmeli, kurum çalışanları kurum kimliğine sahip ve kadrolu olmalı, temel hakları tanınmalıdır. Komünizm adına insanlar sömürülerek burjuvaziden daha geri duruma düşülmektedir. Bundan vazgeçilmelidir. Emeğin kendisini sürekli üretmesi, tüketim sürecinin asgari düzeyde de olsa tamamlanmasına bağlıdır. Bu, yan geliri olan insanların karşılıksız desteğinin olmayacağı anlamına gelmez.

Devrimci demokratik örgütlerin bölünmesinin, halkın birleşmemesinin ve devrim mücadelesinin başarıya ulaşmamasının başlıca üç nedeni kariyerizm, dar grupçuluk ve dogmatizmdir. Bu üç büyük kötülükle mücadeleye özel bir önem verilmelidir.

Parti örgütlenirken illegalizm vb marjinal örgüt hastalığına, kurumlar oturduktan sonra ise parlamentarizme dikkat edilmeli, iki yönlü mücadele de ihmal edilmemelidir. Toplumun ileriye gitmesinde son tahlilde zor tayin edicidir. Bunu bizzat dayatan gerici sınıflar olacaktır. Öngörülü olunmalı ve halk muhtemel gelişmelere karşı önceden hazırlanmalıdır.

Parti geçmişin yanlışlarına, kişilerin, grupların ya da partilerin kusurlarına ve farklı örgütler arasındaki fikir ayrılıklarına fazla zaman harcamamalı, ortak noktaları ve gelecek projesini öne çıkarmalı, bunu bütün demokratik ve sosyalist dinamiklerle birlikte geliştirerek uygulamayı esas almalıdır.

Parti, yasalar çerçevesinde kurulmakla birlikte onların kölesi olmamalı, daha ileri yasalar için zorlayıcı olmalıdır. İşin uzmanları üzerinden evrensel bütün yasalar da dikkate alınarak demokratik bir anayasa ve ceza yasasının hazırlanıp halkın görüşlerine açılması ve bunun uygulanması veya uygulama koşullarının yaratılması için çalışmalıdır.

Politik mücadele ile büyük ileri atılımları örgütlemek mümkündür. Ancak bunun Türkiye ve dünya gerçeğinden ve bu nedenle kitlelerden kopan bir kaç on kişinin halktan gizlice aldığı kararlarla olmayacağı açıktır. Kararlarımız somut gerçeğe, harekete yön veren yasalara ve halklarımızın taleplerine dayanmalıdır. Tartışmalara ve ortak parti çalışmalarına bunun için hangi kökenden gelirse gelsin demokratik her kesimden insanların ortak edilmesi önemlidir.

 

Parti?

Sınıflar veya çeşitli topluluklar, politik amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla yürüttükleri mücadeleyi parti vasıtasıyla bir mekezden koordine etmektedirler. Parti ihtiyacı gün geçtikçe azalmakla birlikte, hala o olmadan mücadeleye yön vermek oldukça güçtür. Burjuva sınıfının partilerine alternatif olarak, işçi sınıfı ve halkın da kendi politik partilerine ihtiyacı vardır.

Halihazırda çok sayıda demokratik parti mevcuttur. Ne var ki halk kitleleri, yılların yanlışları nedeniyle genel olarak partilere güven duymamakta ve desteğini sınırlamaktadır. Yine de partisiz olarak ilerlemek mümkün değildir. Dağınıklığa son vermek üzere demokratik ve sosyalist partilerin birleşmesi ve daha ileri bir parti kurması şarttır.

Parti, bütün örgütler içinde en önemli örgüt biçimidir. Bilgi ve tecrübe merkezi, fikir geliştirme laboratuarı ve yol gösterici bir kurmaydır. Beyin gibi, yönetme merkezidir; bir orkestra şefidir. Bilimi eylemine yön veren klavuz olarak alan, hareketine bilinçli bir yön veren, teoriyi önde tutarken çalışmayı esas alan, yanlışlarını çalışma pratiği içinde sorumlulukla aşan, engel tanımayan, sabırla ve atılım ruhuyla işe sarılan bir kollektif çalışma ekibidir. Gücünü bilimsel dünya görüşünden, toplumsal gelişme yasalarından, haklı amaçlarından ve geniş kitlelerden alan, basit günlük gelişmeleri ihmal etmeyen, ama köklü dönüşümleri esas alan, bunun için kitleleri cesaretle seferber eden büyük bir hamle gücüdür. Her üyesinin ve kitlelerin imdadına yetişen, dar günün dostu bir yardım ekibi, gerçek bir sosyal hizmet kurumudur. Derleyici toparlayıcıdır. Okuldur, çok yönlü bir eğitim merkezidir. Tam bir arı gibidir; ürünleri de farklı lezzette ve kalitede bir nevi baldır. Bölüşerek ve paylaşarak acıları azaltan ve sevinçleri çoğaltan bir insancıl kurumdur. Kollektif akıl, fikir ve çaba merkezidir. Demokrasiyi, kollektivizmi, eleştiri-özeleştiriyi, kitlesel denetimi, yüz fikir arasındaki canlı siyasal tartışmaları, gönüllü bilinçli katılımı ve ayrılmayı yaşamının vazgeçilmez şartı sayan, özgür bireyler topluluğundan oluşan ve bireyi özgürleştirerek kollektif yaşamı geliştiren bir ortak yaşam alanıdır. Sorunları ısrarla takip, tam seferberlik ve her alanda bir hedefe doğru anında hareketle sonuç alıcı kitlesel ve politik bir kurumdur. Diğer demokratik partilerle çalışabilen, onları rakip değil, dava ortağı olarak gören, birliği önde tutan ve geniş kitlelerle kaynaşabilen alçakgönüllü bir hizmet kurumudur. En önemlisi de kitleleri bilinçlendirerek kendi varlığına gerek kalmayacak koşulları hazırlamaları için çalışan, bu nedenle burjuva partilerinden temelden farklı, çok daha ileri bir örgüt biçimidir. Parti bu özellikleriyle, geleceğin sınıfsız toplumunun tipik bir örneğidir. Onu daha şimdiden örgütsel yaşam biçimi haline getirir. Bunu, başarısının şartı olarak görür. Bu nedenle o, ele geçirilecek mevkileriyle bir gelir kaynağı değil, sosyal hizmet kurumudur. Her üyesini bu bilinçle eğitir.

Kitlelerin özlemle ihtiyaç duyduğu önderlik kurumu işte böyle bir partidir. Böyle bir partinin örgütlenmesi ve bütün çalışmaların onun üzerinden teşvik edilmesi için hep birlikte titizlikle, kararlılıkla ve özveriyle seferber olmalıyız.  

 -------------------------------------------------------------

Neden Açık Çalışma?

 

        Açık ve gizli çalışma, çalışmanın iki biçimidir. Kaçınılmaz olduklarında ikisini de kabul ederiz. Her iki yöntemden birini ilke olarak reddetmeyiz. Fakat mücadele yol ve yöntemlerinin keyfi bir şekilde belirlenmesine, doğruyu ısrarla arama anlayışı, esnekliği ve zahmeti gösterilmesi yerine, kararlılık veya kahramanlık adına yanlış şeylerde ısrar edilmesine karşıyız. Toplumsal yasalara dayanarak başarılı olabileceğimize inanıyoruz. Keyfi kararların ve geniş kitlelerden kopuk hareketlerin insanlarımızı, değerlerimizi ve zamanımızı nasıl öğüttüğünü defalarca yaşayarak gördük. Onun için bir doğru yol arıyoruz.

        Gizli çalışma ağır baskı koşullarında geçerli, hatta zorunludur. Bu durumda açık çalışmak budalalık olur. Nazi Almanyası koşullarında veya 12 Mart, 12 Eylül dönemi Türkiyesinde açık çalışmak intihar olurdu. Fakat koşullar her zaman öyle değil. İşte açık çalışma koşullarının olduğu durumlarda gizli çalışmaya devam etmek de aynı şekilde budalacadır.  Açık ve gizli çalışmayı koşullara bağlı olarak kabul etmeliyiz. Keyfi bir şekilde insanlarımızın kendisini hapsetmesine, köstebek gibi gizlenerek verimsiz çalışmasına karşıyız.

Koşulların uygun olduğu bu hızlı iletişim ve ulaşım çağında tek tek evleri gizlice ziyaret ederek milyonları gerici partilerin etkisinden kurtaracağını ve örgütleyeceğini zannetmek akıldışıdır. Kendi kendini sınırlamak, hapsetmek, verimsiz çalışmaktır. Gerici partiler bu nedenle boşluktan faydalanabilmektedir. Bizim sıkıntılarımız esasen kitlelerle geniş bağlar kuramamaktan ileri geliyor. Gerici, yarı-feodal ya da faşist örgütler kitlelerle bağ kuruyor, biz saklanıyoruz. Neden? Çok kötü amaçlar mı taşıyoruz? Bir suç mu işliyoruz?

Amaçlarımız oldukça insani ve güzel. Bunları doğru yol ve yöntemlerle anlaşılır şekilde ifade ettiğimizde neden sonuç alamayalım? Güzel amaçlarımızı yanlış yol ve yöntemlerle neden gözden düşürüyoruz?  Kendi kendimize suçlu muamelesini önce biz yapmıyor muyuz? Gizleniyoruz, kitlelerin içinde değiliz, yakalanınca da kendimizi suçlu hissediyoruz. Polisin boynumuza asmaya çalıştığı suçlu yaftasını kabul etmiş gibiyiz. Bu halimizle kim bize güvenir? Ne yaptık ki suçlu olalım?  Sınıfların, sömürünün, sınırların, savaşların ve her türlü baskının ortadan kalkmasını, bütün dünyanın birleşmesini, ilerlemesini ve yaşanabilir bir hale gelmesini istiyoruz. Bunları neden her yerde, açıkça ve yüksek sesle savunmayalım?

Gelişen Türkiye ve dünya koşullarına vakıf olmak, kitlelerin sorun ve dertlerini öğrenmek, bunların çözümü için canıgönülden çalışmak, halkın ezici çoğunluğuna hizmet etmek, geniş kitlelerle birleşerek hareketi büyütmek ancak bu yolla mümkün olabilir. Diğer yol ve yöntemler, ‘tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış’ deyimindeki kadar çocuksudur ve bizi dünyadan koparmak dışında bir işe yaramamaktadır.

Kendini küçük kalıplara, mağaralara, hücre evlerine, dar gruplara, ulusal çitler arasına hapsetmeye çalışan anlayışlar, geleceğin özgür dünyasını nasıl örgütleyebilir? Gerici sınıflar zaten istiyor ki kitlelerin içine çıkmayalım, dünyadan habersiz kalalım, kimseyle birleşmeden, etkileşmeden saklanalım. Çok yönlü dünya gerçeğini kavramadıkça ve geniş kitlelerle birleşerek harekete geçmedikçe başarılı olamayacağımızı iyi biliyorlar. Ama biz ne yazık ki yeterince kavrayamamışız. Hala marjinal gruplara, barınaklara, hücre evlerine veya izbe yerlere hapsolup kısır çekişmeler ve küçük uğraşarla oyalanmamızı ve verimsiz çalışmamızı başka nasıl açıklayabiliriz?

Doğru; Türkiye’de faşizm var ve insanlar hala görüşlerinden, farklılıklarından dolayı baskı görüyor, hapsediliyor ya da katlediliyor. Ama Türkiye ekonomik bakımdan ilerlediği için faşizmin temelleri sarsılmaktadır. Demokrasi Türkiye toplumunun ezici çoğunluğunun ortak talebi haline gelmiş bulunuyor. Tekelci burjuvazinin önemli bir kısmı bile artık demokratikleşmeden yanadır. Bu koşularda büyük bir demokrasi cephesi örgütleyerek faşizmi altetmek ve yeni demokratik sosyalizmin koşullarını hazırlamak mümkündür. Neden kendimizi hapsederek meydanı gerici partilere bırakalım?

Açık çalışmanın zor ve tehlikeli olduğu tartışma götürmez. Ama gizli çalışma kadar değil. Türkiye’nin son kırk yıllık tarihinde kayıplar daha çok gizli çalışmalarda verilmiştir. Bugüne kadar verilen kayıplar hesaplandığında; köylerde, dağbaşlarında katledilenlerin, şehirlerde açık çalışmalarda katledilenlerden çok çok fazla olduğu rahatlıkla görülebilir. Ayrıca, 12 Eylül’den beridir şehirlerde örgütlenen gizli komitelerin ezici çoğunluğu çöktü; çoğunun ömrü bir yılı geçmedi. Ama açık demokratik kurumlar yaşıyor. Yasal kurumlar eğer daha fazla büyümemişse bu, esasen uygulanan yanlış çizgiler nedeniyle kitlelerden kopmuş olmalarındandır.

Milyonları birleştirerek güçlü bir halk hareketi yaratmak ve verimli çalışmayla bunu hızla başarmak için açık demokratik politik bir partiye ve diğer kitle iletişim kurumlarına ihtiyaç vardır. Halk onlar üzerinden demokrasi ve sosyalizm için hazırlanabilir.

Hareketi meşrulaştırmak, geniş kitlelere mal ederek ve bütün dünyaya kabul ettirerek gericilerin kolayca saldıramayacakları bir duruma getirmek için açık ve etkili çalışmak zorundayız. Bu, aynı zamanda hayatta kalma çabasıdır.

Hayat gelişmeye devam ediyor. Gelişmeleri tahlil edip ayak uydurabildiğimiz zaman başarılı olabileceğimizi, ama aksine yanlışta ayak diremenin yeniden kaybetmemize yol açacağını biliyoruz. Bunu defalarca yaşayarak gördük. Aynı şeyleri tekrar yaşamamamalıyız, yaşamadan düzeltmeliyiz; yaşadıktan sonra yakınmanın, dövünmenin ve eleştirmenin boş olduğunu artık görmeliyiz. Yanlışlığı defalarca ispatlanmış çizgilerin tekrar edilerek halkın evlatlarının, güveninin ve zamanın daha fazla harcanmasına göz yummamalıyız. Kitlelerle, aydınlarla, bütün devrimcilerle birleşerek ve Türkiye koşullarına uygun politik bir çizgi geliştirerek devrim çalışması yürütmeliyiz; başarısızlığı baştan belli, dağınık, verimsiz, sekter ve grupçu uğraşlarla oyalanmak değil.

        Kim boşa emek sarfetmek ister ki? Ya bunca insanın ölümüne nasıl göz yumulabilir? Her defasında acı darbelere, yenilgilere yol açmış, artık kitlelerin geri olarak gördüğü eski hatalı çizgileri uygulamamız nasıl beklenebilir? Göz göre göre yanlış mı yapacağız? Yanlışlarımızı köklü şekilde aşarak başarılı olmak istiyoruz. Ama eski anlayışlara körükörüne sarılan veya onlara inanan arkadaşlarımız olabilir. Başka görüşlere saygımız var. Kim neye inanıyorsa o doğrultuda yürüyebilir. Yanlışı eleştirir, doğruyu teşvik ederiz, ama hiç bir devrimci, demokratik çalışmayı engellemeyiz. Herkes bildiği yoldan yürümeye devam ediyor zaten. Kimse kimseyi engellememelidir. Hedef; ayrı yerlerden akan dereleri bir nehir yatağında birleştirerek önünde durulamaz bir güç haline getirmek olmalıdır, biribirini engellemek değil.

 
Bugün 7 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol